Nevzat Sayın Söyleşisi


Kayseri Belediyesi ile Kayseri Mimarlar Odası'nın açtığı Cami Mimarisi Üzerine Fikir Yarışması sonuçları hakkında jüri üyelerinden Nevzat Sayın ile görüştük. (Söyleşi: Hülya Ertaş) 


Cami Mimarisi Üzerine Fikir Yarışması'na başvuran projelerin kalitesi nasıldı?

Böyle bir yarışma açmaya karar verdiğimizde benim en çok merak ettiğim şeylerden biri gelecek projelerin kalitesiydi ve sonuçta bence çok iyi bir kalite yakalandı. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü elemelere bakılınca yarışmanın kendi içindeki kalite de görülüyor. İki türlü kalite var; birincisi zihinsel açıdan, yani bütünsel olarak projenin altyapısı, ikincisiyse sunuşlardaki kalite. Ben ortalamanın üzerinde bir kalite olduğunu söyleyebilirim.

Gelenekselden çağdaşa geçişte camilerdeki ana mekansal kurguyu belirleyen minber ve son cemaat yeri gibi mekanlar nasıl yorumlanmıştı?

Zaten cami çalışmanın zorluğu orada: Konvansiyonel olduğu kadar da tanımlı bir yapı türünde yeni bir şey yapmak nasıl olacak? Her projeyi kendi özelinde değerlendirince o mümkün olabiliyor. Ama şöyle örneklerle de karşılaştık mesela: Üçgen bir yapı var ve mihrap üçgenin dibinde. Bu hiçbir şekilde kabul edilemez bir öneri çünkü çok temel bir kural var: Ön saflar olabildiğince uzun olmalı. Bu konvansiyon mimar böyle istedi diye değiştirilemez, ama bir mihrabın ne kadar şeffaf ne kadar ışıklı ne kadar karanlık olduğu konusundaki yorum kesinlikle proje sahibinindir. Ya da bazilikal bir planla yani bir kilise formuyla -temel olarak orta mekanlı ya da merkezi plana daha yakın olanları bir kenara bırakırsak- cami formunun arasındaki temel ayrım aslında birinin boyuna uzun, birinin enine uzun olmasıdır. Birisi çıkıp upuzun ve aksiyal yapıda, yani narteks ve apsis tanımını son cemaat ve mihrap tanımıyla değiştirerek bir yapı yapmaya kalktığında bu bizim için kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü o kararı biz de veremeyiz. Konvansiyonlar üzerinden gelen böylesi bir yorum mutlaka esasını zedelemeden yapılmalı. Bu çok önemli. Minarenin hatta minberin olup olmaması çok önemli değil, bunlar her camide olmak zorunda değil ama her camide mihrap olmak zorunda da ve onu nasıl yapacağını mimara bırakıyoruz. Mesela son cemaat yeri yoruma açık bir konu; aslında haremin dış dünyayla kurduğu ilişkinin ara kesitinde bir yerde, kiminde avlu var, kiminde yok. O karar mimara bırakılmıştır. Bir de işleve ilişkin, konvansiyonlarla karşılanamayacak konular var, örneğin abdest alma yeri. Uzaktaki bir yere abdest almaya gidiyorsun, ıslak ayakkabılarınla içeri gidiyorsun, tekrar ayakkabılarını çıkarıyorsun. Bu işlevi doğru dürüst çözebilmek hakikaten beceri isteyen bir şey. Oysa şöyle bir durumla karşı karşıyayız: İnananlar mimarlığa uzak, mimarlar da inanç sistemine uzak ve cami ortalıkta, kimsenin ilgilenmediği bir konu olarak kalıyor.

Bu, ödüllerini gençlerin kazandığı bir yarışma oldu. Bu biraz da gençlerin zihinlerinin daha boş ve dolayısıyla daha açık olmasından, tabula rasa durumundan mı kaynaklanıyor?

Açıkçası şöyle olabilir: Gençler için bu da konulardan biri. Tabula rasayı belki de böyle anlamak mümkün. Şu anda mimarlık eğitimi alan, son sınıftaki öğrencilerin %75'i Aya Sofya'ya girmemiştir. Bu kötü bir şey mi, yoksa iyi bir şey mi? Benim aldığım mimarlık eğitiminde bu feci bir şeydi, kabul edilemezdi. Fakat sonuçlara bakınca da "İyi bir şey olabilir mi acaba?" diye düşünüyorum. Çünkü gençlerin öyle bir yorgunlukları, bağlantıları, konvansiyon tanımları yok zihinlerinde. Cami tasarlamakla iş merkezi, okul, konut tasarlamak arasında tematik bir yük farkı yok.

Bir de gençler daha meraklı. Türkiye'deki mimarlık eğitimi merakı çok dürten bir şey olmasa bile eninde sonunda genç bir adam daha meraklı bir adamdır. "Orada neler oluyor?" diye daha yakından bakıyor. Projelere bakınca, bazılarının bir kere bile namaz kılmadığını anlıyorsunuz, orada ne olup bittiğine dair zerre kadar fikri yok. Fakat mimarlık nosyonu çok yüksek, küçücük ipuçlarından yakalayıp projeyi çok iyi çıkarabiliyor. En zor olanı bence hem inanan hem de iyi mimar olmak; onların durumu çok zor. Cami konusu kutsallaşınca onunla başa çıkmak zor.

Bunun bir fikir yarışması olması ve dolayısıyla yersizliği, katılımı ve ilgiyi nasıl etkiledi?

Yarışma ilk açıklandığında yersiz olmasıyla ilgili tartışmalar yoğun oldu ama konunun kendisiyle kalabilmesi için de başka bir yol yoktu. Ben de kişisel olarak bir proje için en belirleyici olanın işlevi bile değil topoğrafyası olduğuna içtenlikle inanıyorum. Biz burada yapı imgesinden düşünce evresine olabildiğince geçebilmek için "Yeri ayaklarının altından alalım bir kere." diye düşündük. Ama gördüğünüz gibi projelerin birçoğunda mimarlar o yeri kendileri kurmuşlar, örneğin kayaların üzerine yapıştırılmış bir cami var, bir sokak içinde eriyen bir cami var. Cami aslında kendi yerini kurabilen bir yapı. Kütle ve avlu dediğinizde dünyanın her yerinde bir yerdir o.

Görsel: Hakan Tüzün Şengün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder